28 Şubat 2009 Cumartesi

Kulu Yerel Tarihi, Osman Demirörs/Tekin Sonmez Söyleşisi; Altıncı Yazı

Sevgili Osman Demirörs’ün iş yerindeyiz. Otuz beş yıldır Stockholm ticaret hayatı içinde kendisine saygın bir yer yapmış. Türkiye’den İsveç’e gelen en büyük grupta yer alıyor. Fakat ikinci öbekle 1970’li yıllarda Kulu’dan İsveç’e gelmiş. Aile bireyleri içinde bir ilke daha imza atarak, ilk kuşak Stockholmlu unvanına sahip olmuş. Ayrıca ailesinin lokomotif görevini de üstlenen Osman Bey’e, yaşayan yerel tarih çerçevesinde yaşam deneyimleri anlatısı için NİS Media mikrofonunu yöneltiyoruz.

SORU; Sayın Osman Demirörs, hikayeleriniz var, dedeniz.. bir partiden siyasete atılmıştı değil mi?
YANIT; Dedem Millet Partisi İlçe Başkanıydı, yıllarca o görevi sürdürdü, 1961 yılındaki seçimlerde milletvekili adayıydı. Ama giremedi aynı listeden Kart ailesinden şimdiki CHP milletvekili Kart’ın dedesi girdi. Sonra 65’te de zaten dedem vefat etti, babam da 80’de. Babam çok küçüktü 42 yaşındaydı vefat ettiğinde. Öyle oldu işte zaman geçiyor.

SORU; Siz, aile olarak, çok erken ticarete başlamışsınız, doğru mu?
YANIT; O dönemde daha çok gaz ve mazot satışı vardı, ben doğduğumda ailenin seyyar benzinliği, bir tuz fabrikamız, bir tamirhanemiz, bir otobüs şirketi vardı, doğduğumda onlar vardı tabii! Nakliye şirketi vardı, bir restoran vardı.

SORU; Kulu’da mı bulunuyordu bunların tümü?
YANIT; Evet, yani üç beş tane dükkan vardı, hatırladığım şeyler bunlar, atladığım çoktur. Bizim ailenin bir özelliği Tekin Bey, Kulu’ya çok ‘ilk’leri getiren bir aile. İlk restoran ilk tamirhane, ilk benzinlik ilk tuz fabrikası, ilk kızını okutan aile, halalarım.. ilk betonarme dediğimiz inşaatçılıkta, Kulu’ya inşaatı yapan aile, işte biçerdöver, çiftçilik.. şimdi aklıma gelenler. Unuttuklarım vardır. İlk büyük bir çarşıyı yapan gene biziz, benim döneminde.. şu anda Kulu’da tek temel üstüne en büyük insaat bize ait.

SORU; Osman Bey her ailede lokomotif olur. Siz İsveç’te Demirörs ailesine lokomotif olmuşsunuz. Değişik anlatılarınızdan bunlar çıkıyor. Birisinde, otobüsle bir yere gitmek var, çocuksunuz, nasıl olmuştu?
YANIT; Şimdi dedem 65 yılında vefat etti, babam genç, ben çocuğum. Babam, işte sağa sola gitmeyi çok seviyor, bu arada en önemli şeyi unuttum, söyleyim; ilk sinemayı getiren yine bizim aile, en önemli şeylerden biri ve sinema çalışır vaziyette. Diğer şeyler de var ama onların pek faaliyeti yok, ama faaliyette olan sinema. Babam yine çıktı gitti, ben ordayım.. kamyon vardı, gidiyor geziyor, iki ay, üç ay gelmiyor, ve ben.. ben on yaşında o sinemayı işlettim yıllarca. Ben on yaşında kamyonlarla otobüslerle Adana’ya gidiyordum 10 film götürüp 10 film getiriyordum, daha on yaşında..yım.

SORU; Bunlar, yaşam olarak salt İsveçli için değil, her çocuk için çok şaşırtıcı şeyler değil mi? Buradaki çocuklara bakarak, şimdi nasıl hissediyorsunuz kendinizi Stockholm’de?
YANIT; Şaşırtıcı şeyler! Bugün gibi şimdi gözümün önüne geliyor film şeridi gibi. Konya’ya gidiyor film götürüyorum, o zaman filmler böyle şeydi 35’lik bir film koskoca bir sandık, kaldıramaz hamal tutardım.

SORU; Osman Bey, filmi sinemada kim oynatıyordu?
YANIT; Çalışan vardı ama ben herşeyi yapıyordum. Sinemanın makinistliğini de her türlü işini de yapıyordum. 10 yaşında bunu beceriyordum. 71 yılında, biz en son sinemayı kapattık. Dedemden sonra altı yıl daha devam etmiş...

SORU; 1965’de dedeyi kaybediyorsunuz, 10 yaşındasınız, sinemayı işletiyorsunuz, aşağı yukarı 16 yaşlarında sinema kapanıyor, 18/19 yaşında İsveç’e ilk gelenlerdensiniz, herhalde. Değil mi?
YANIT; Hayır değil! Kululular, arkadaşlarım vardı ilk gelenlerden.

SORU; Lise yeni mi açılmıştı o günlerde Kulu’da?
YANIT; Evet! Kulu’da lise yeni açılmıştı. İlk yıl toptan lise bir İsveç’e taşındı, tekrar kapandı, ertesi yıl tekrar açıldı. Bütün arkadaşlarımız buraya geldi. Ben de.. işte İsveç’e geldim. Yani buraya gelmek zorunda kaldık, çünkü bütün arkadaşlarımız burada. Öyle geldik. Geldik ve gidemedik hala buradayız. 1973 ve yıl 2008, ne olmuş.. 35 yıl.. zaman nasıl geçiyor Tekin Bey...

SORU; Kulu, Ankara.. Stockholm'e Uçakla mı geldiniz?
YANIT; İlk gelişim, Kulu, Stockolm hattında otobüs vardı.

SORU; Kulu’dan kalkan otobüs mu vardı? Stockholm, kaç saat sürdü?
YANIT; O dönem vardı. Beş gün sürdü. O dönemde Kulu/Stockholm hattında taksi de vardı, otobüs de.

SORU; Kulu’dan buraya, buradan Kulu’ya taksi, otobüs.. sürücüler, otobüs sahipleri, bunlar kimdi, nasıl oldu, nerede kaldınız?
YANIT; Kulu’daki taksiciler, Kulu’daki otobüsçüler, dolmuş hesabı, giriş çıkış yani.. O dönemin şartları neyse ona göre.. o dönemde şey yoktu vize.. yoktu, yoktu.. biz istediğimiz yere Türk vatandaşı olarak çıkıyorduk. Yani burda arkadaşlarımız olduğu için, Kulu’dan gelenler 70’e kadar biraz zorluk çekmişti. Ama 70’ten sonra gelenler... herkesin bir akrabası vardı.

Sürecek...

27 Şubat 2009 Cuma

Batı Rüyası, Kulu ve Modernite, Beşinci yazı

Felsefel planda farklı teorilerle karşımıza çıkabilir olan ve Batı’nın bugün farklı felsefel bakışının da katkılarıyla, bazı aydınlar tarafından eleştirel düzlemde yaklaşılan ve anarkist ya da “çevreci akımlar” tarafından yerden yere vurulan “modernizm” sözcüğünü, “yalın anlamda” başlama simgesi olarak alabilir miyiz? Tümü de kolay yoldan anlaşılabilir ya da anlaşılamaz afişler, duyurular, reklamlar, tanıtımlar dünyasının renkli vitrinlerinde yansıyan batılı bir topluma nereden bakacağız?

Son on yılda daha da başkalaşan “karmaşık algı” ile “yalın algı” açısından buraya bir çizgi çekelim.

Son on yılda oluşan büyük kırılmalar, derin fay hatlarının çökmesiyle ortaya çıkan bölünmeler sonucu dünyayı saran bugünkü kaygıları bir yana bırakarak, “yalın anlamda” başlama simgesi evet. İlk çıkış noktasında hele altmış yıl öncesinin yalın anlaşılırlığı ile bu simgeyi, modernite, modernizm, modern tanımını ödünç aldık, diyelim!

Şöyle ki; “modernizm”i, o günkü pencereden bakarak, çağla gelişen yaşam tarzına uyum ve insan ilişkilerini modern ölçütlere dayalı, birey olgusunu unutmadan sosyal referanslar, diye tanımlayalım.

Tarihin tekerlekleri yönünde teknolojik yenilikler ve bilimsel buluşlarla makro ve mikro planlarda ileriye dönük dinamiklerin hız verdiği ölçütlerle ve bireyi ıskalamayan sosyal referanslar, diye açımlayalım.

Bu konuda biraz derinleşmek, ister istemez “Tanzimat-ı Hayriye”; 1839’da “Gülhane Hattı Hümayunu” diye adlandırılan dönemdeki “reform” hareteketlerine götürür bizi. Sultan II. Mahmut ile başlayan hareketin hedefi, “Osmanlı devleti kurumlarını ve teşkilatını batı metotlarına göre modern bir duruma” getirmekti.

Ayrıntıları başka bir yerde, başka bir ölçek altında gözlemek üzere, “Batı rüyası ve modernite” başlığına dönünce şunu görüyoruz: Anadolu bozkırından insanlar, “seçilmiş” politikacıların çizdikleri yoldan dışarı taşmış; “batı rüyası” peşinde, “modernite” uğruna yollara düşmüşler.

Böyle olduğu için, örneğin Kulu ilçesi ve çevresinden yirmi bini aşkın nüfus, politikacılara akıl danışmadan İsveç’e gitmiş. Daha fazlası, Batı’nın kapılarına dayanıp, “Viyana Kuşatması”ndan sonra Avrupa’ya en kuvvetli ve en büyük sıçramayı yaparak içeri girmiş: Kanada, Belçika, Almanya, Fransa ve öteki ülkelere yerleşmişler.

Önlerine bu konuda herhangi bir bilgi herhangi bir seçenek konulmamış. Bu insanlar kendi öngörüleri; daha özü elyordamı doğrultusunda, “modernite”nin hüküm sürdüğü ülkelere ulaşmış ve oralarda “iskan” konusunu/sorununu da çözmüşler.

“Viyana Bozgunu”nun sonrası, geçen yüzyılın en geniş – köklü “iskan” olayını Avrupa’da kendiliğinden gerçekleştirenler, sadece “ekmek” için değil, aslında moderniteye dayalı sosyal referanslar ve bu tür bir yaşam standardı ve kriterleri doğrultusunda oralara gidip yerleşmişler.

İster bugüne, ister düne, ister yarına bakarak moderniteye dayalı sosyal referanslar ve bu tür bir yaşam standardı ve kriterlerini nasıl bir gözle okuyacağız?

Bu olguları, herhangi bir tartışmaya yer vermeden; “yansız” gazete diliyle okuyacak olursak, şöyle bir tümce dilimizin ucuna gelebilir. Altmış yıl öncesinden İsveç’e ulaşan nüfus hareketleri, daha o günlerde Anadolu insanının “modernite”ye özenini ve özlemini gösteriyor mu, göstermiyor mu?

Yoksa bu insanlar ana/baba ocaklarını bırakıp neden yollara çıktılar? Geleneklerini uslu uslu yaşama uğruna Anadolu bozkırlarında kalmadıklarına göre, en azından modern ufuklarda yeni bir arayışın, yeni bir bireşimin/sentezin kapılarını açma ve oradan dünyaya bakma ve dünyaya katılma uğruna olmadı mı bu nüfus hareketleri?

Evet! Tek tek olayları yan yana getirip, oluşan büyük nüfus hareketleri fotoğrafını okuduğumuzda sadece Kulu değil, o günlerde şöyle ki elli yıl önce görülen modernite ile ilgili Türkiye belgeseli de ortaya çıkıyor. Bu belgeselin başka bir açısında neler görüyoruz?

Afişler, duyurular, reklamlar, tanıtımlar dünyasının renkli vitrinlerinde yansıyan karmaşık Batılı bir topluma, daha yalın anlaşılabilir bir dünyadan yola çıkan ve kendileri için anlaşılması zor farklı bir dünyaya dikey gelen ve o günlerin şokunu atlatabilen bu insanları, bugün farklı bir şaşkınlık içinde görüyoruz.

Tekin Sonmez

25 Şubat 2009 Çarşamba

Kulu’nun İsveç’te geleceği var mı? Tandoğan Uysal/Tekin SonMez Söyleşisi, Dördüncü Yazı


Sevgili Tandoğan Uysal’ın evindeyiz. Yirmi yıllık gazeteci, fotoğrafçı; Başkentte İsveç sosyal, siyasal ve ekonomi kaynaklı haber tarihini güncel olarak olay yerinde izleyen, Türkiye ve Avrupa medya sektöründe başarılı haberler yapan gazeteci arkadaşımızın evindeyiz. Türkiye'den gelen en büyük grupla, gazeteci olarak güzel ilişkiler kuran Tandoğan Uysal yeni seçim öncesi anlamlı röportajlar da yaptı, Hürriyet Gazetesi’nde yayınlandılar. Biz de soru yöneltmek istiyor ve Tandoğan Uysal’ın izlenimleri için NİS Media mikrofonunu ona yöneltiyoruz.


SORU; Kulu’nun İsveç’te geleceği var mı? Kulu imgesini getiren insanlar ve İsveç.. değerlendirmek için bunaları nasıl algılayalım?
YANIT; Şunu söyleyebilirim: Biliyorsunuz işte İsveç’te 70 bine yakın Kululu olduğu söyleniyor. Artık Kulu’nun geleceği İsveç’te yeşilleniyor. Son olarak yerel seçimlerin öncesinde CHP’nin belediye başkan adayı Cafer Tayyar Budak, Saadet partisinin başkan adayı, (ismini hatırlayamıyorum, o zat) İsveç’e gelerek seçim kampanyalarını Stockholm’deki Kululuların arasından başlattılar.

SORU; ‘Stockholm önemli bir başkenttir ve bu nedenle burada başlattılar,’ diyebilir miyiz? Yoksa neden burada başlatsınlar?
YANIT; Demek ki artık 70 bin Türk, Kululu Türk, yerel seçimler öncesinde önemli bir potansiyel hale gelmiş. Bu nedenle çok büyük bir önemi var İsveç’te yaşayan Kululuların. Tabii ki bunun birçok nedeni var. Kululuların çoğunluğu Stockholm gibi dünyanın önde gelen bir başkentinde yaşıyorlar.

SORU; Dünyanın önde gelen başkentinde yaşıyorlar, dediniz. Kulu’nun nabzı Stockholm’de atıyor demek iser gibi bir haliniz var?
YANIT; Evet! İster istemez burada etkileniyorlar. Buradaki sosyal refah devletini bir model olarak, işte bunu Türkiye’ye götürme söz konusu olabilir. Buradaki yaşantı biçimlerini Türkiye’de, Kulu’da yaşama geçirebilirler. Buradan etkilenebilen bazı insanların söylemleri, belediye başkanlarının belki ufuklarını açabiliyor. İsveç’teki Kululular, Türkiye’nin kaderinin çiziminde artık önemli görülen simge isimler oldular. Evet, Kulu’nun nabzı artık Stockholm’de atıyor diyebiliriz.

SORU; Sevgili Uysal, Kulu simgesi olan bu gurubun İsveç konumu nedir?
YANIT; Şimdi genel olarak baktığımızda İsveç’te yaşayan çok sayıda göçmen kökenli insanlar var, yani yabancılar var. Bunlar arasında en başarılıları Kululular. Bir araştırma yapıldı, bu araştırmada göçmen gruplar içinde ‘ticari dünyada’ en fazla başarı sağlayanlar Türkler. Türklerin de yüzde doksanını Kululu sayabiliriz. İsveç’e 1960’ların sonunda gelen Kululular bugün artık işveren konumuna geçmiş, yıllık ciroları milyon kronlara yükselmiş, yanında işçi istihdam eden, kendisi işçiyken bugün yanında işçi çalıştıran konuma gelmiş ve İsveç ekonomisi için de önemli bir kitle olmuş durumdalar...

SORU; İsim verebilir misiniz, hemen dilinizin ucuna geliveren.. bir ad.
YANIT; Şimdi isim vermek.. tabii ki yani.. çoğu diyelim artık. Yani İsveç’te yaşayan Kululular fabrikada çalışmıyor. Bunların çoğu ufak işletmeli esnaf kökenli veya işte ekmek fabrikası, fırın işleten, işte büfe işleten, pastane işleten, bar işleten, pizza restoranı işleten.. tabii ki bunlar da yine büyük ciroların döndüğü işyerleri.

SORU; İsveç’te herhangi bir fabrikada çalışan Türk yok mu şimdi?
YANIT; Bugün İsveç’in herhangi bir fabrikasına gidip yahu işte göçmen kökenli Türk işçileriyle röportaj yapacağım diye insan arasanız çok zor bulursunuz. Ama herhangi bir restorana gitseniz yüzde seksen sahibi Türk çıkar. Yani o kadar büyük ciroların döndüğü işyerleri.

Sürecek
15 Şubat 2009 Stockholm.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Yazınsal Metinleriyle Evrensel Diller Ailesi Düzeyinde Yüklenen Misyon; Üçüncü Yazı

Değerli Okur,
Burada işlediğimiz konu değil sadece, her konu her zaman yansızlık ister. Burada gündeme alacağımız konuların içinde çevreyi, olguyu, insanları tanıtmak da var, fakat tanımak esas konu. Kimler, nasıl başladı bu serüvene ve bir bütünün öteki parçaları, şöyle ki gördüğümüz gibi köklü bir nüfus hareketi olan ve bugün de hemen herkesi ilgilendiren durumu oluşturdu. Merak uyandıran bir serüven olarak yazarların, siyasetçilerin, amatör konuşmacıların gündemini dolduruyor.

Hareketin içinde lokomotif olan bireyler var. Her yerde, her şeyde olduğu gibi her hareketin çekimi ve çekicisi var. Çekim ya da çekici için eskiler “cazibe” diyor.

Bir örnek verecek olursak; “güneşin cazibesi, dünyayı ve ona bağlı öteki gezegenleri çevresinde tutuyor,” denir. Buna, “güneşin çekimi” diyoruz. Örneğin; “yer çekimi” tanımı var. Çekilen bir şeyin daha sonra dönüşerek çeken olması gibi bir durum.

Çekici; taşıyıcı anlamı da içerir, sürükleme anlamı da fakat, tam anlamı, “cazibe” sözcüğünden türeyen; kendisini de hareketli bir “cazibe”ye dönüştüren obje ya da “önde koşan” olarak algılanmalı.

Bu açıklmalar neden? İçi boşaltılmış sözcüklerle, rastgele betimlerden her yerde kaçınırım.

Sonuç olarak, bu satırların yazarı olarak yaptığım iş, dil oyunlarına da başvurmadan, aramızda iletişim aracı olan bu dili doğru kullanmak ve istenmeyen algılara yol açmamak.

Bu blog ile gündeme alınan hedefin öz hedefi doğru olmalı, “zikzak” çizmemeli; bu bir misyondur.

Hedeflerden birisi, belki de en önemlisi; söz kargaşası, “laf ebeliği” içine itilen toplumda, doğru, açık, yalın ve anlaşılır olma misyonu yüklenmek. Bu misyon nereden geçer? Bu misyon; vurguluyorum; “üst/dili” yazınsal metinci olarak iyi bilmekten geçer. “Üst/dil, toplumda yazınsal metin dili olan, yazınsal metinleriyle evrensel diller ailesine ulaşma düzeyindeki dildir. “Gökten zembille” inmez, yıllar ve bireysel emek ve çaba ister. Bu anlamda açık olmayan bir dille bir konu üzerine eğildiğimiz zaman ortaya bir kaos çıkabilir.

İlkin, kökenli olmanın, o kökenin sözcüsü olmak ve bu hakkı başkalarına tanınamak gibi bir eğilim “handikapı” da var. Örneğin Kulu kökenli olmak, Kulu’yu anlamaya ve anlatmaya bir anlamda yetse bile, öteki bir anlamda yetmez. Her madalyonun iki tarafı var. Beride değindim, ilk zorluk; yazın dili...

İki; yansız olmak. Herhangi bir alanda kendisini ona ait, ya onu kendisine ait gibi duyumsayanlar, o konuya eğildiklerinde duygusal düşünmeye başlar. Kaçınılması zor şeydir bu da. Ele alışımızda duygusallık, romantizm değil, rasyonalizm, gerçekçilik temel olacak.

Gerçekçilik, gerçeklik farklı açılardan değişebilir bir fotoğraf objesine benzer. Bununla birlikte o fotoğraf objesini birçok farklı açıdan sunmak da var işin içinde. Bunu başarabilmek hüner ister. Bu hüner bir yere bağlı olmanın, 'ait olmanın' yetmeyeceği birikim ister; dil deneyimi, bilgi ve bilgiye yansız yaklaşım olgunluğu ve içtenliği ister.

Bunu yüklenmek de getirisi olmayan bir misyondur. Her olgun yazarın, yazısız bir sözleşmede, kendisiyle yaptığı etik bir gizdir. Bu giz, iyi ve başarılı yazarların doğru yapıtlarıyla belgelenebilir.

Burada gündeme alacağımız konuların içinde, çevreyi, olguyu, insanlarını tanıtmak var, salt tanıtmak değil tanımak esas konu, dedim. Filmi başa doğru saralım ve ilk hedefi gözden geçirelim.

Gerek söyleşilerle, gerekse portrelerle tanıtım ve tanıma konularındaki örnekleri, ilginize sunacağız. Örneğin; Başarılı Gazeteci Tandoğan Uysal ile bir söyleşi var hemen sırada.

Örneğin Kulu büyüklerinden bir portre; Mustafa Akan ile söyleşi var. Başarılı bir ailede çocukluğu ile lokomotif bir portre; Osman Demirörs ile içtenlikli bir anlatı olacak...

Deneyimleri ile Kulu’ya ışık tutabilir, örnek bir aileyi temsil eden, eli kalem de tutan, eğitimci bir Haydar Akan anlatı açısından bir portre olacak.. ve birçok kişi söyleşileriyle yararlı olacaklar.

Sevgi, içtenlik...

Tekin Sonmez

22 Şubat 2009 Pazar

http://konyakulutekinsonmez.blogspot.com Neden? İkinci Yazı


Değerli Okur,
İlk yazıda mesleksel bir tutku ile simgesel bir anma yaparak söze başladım. Bu kez bir kent söz konusu. Modern kentler de arkaik kentler de yaratılan kurumlarla yaşar ve ölümsüzleşirler. Stockholm, bu anlamda Nobel Ödülü simgesi ile de son yüzyılın yarattığı bir Başkent oldu. Burada; “Svenska Akademien” yazısını dorukta taşıyan yapının önündeyiz. Nobel Müzesi de buradadır. "Batı Rüyası Okulu Kulu" adlı yapıtıma konu olan ve analitik deneme yazılarımla ve söyleşilerimle yaklaşmaya gayret ettiğim en büyük göç gurubunu oluşturan insanlar; işte evrensel insan algısına bu simgelerle seslenen böyle bir kentte, Stockholm'de yaşıyorlar. T.S.


Değerli Okur,
"Batı Rüyası Okulu" başlıklı proje için 2002’de Kulu’ya gittim ve daha önce belediye başkanlıkları yapmış, seçilmişlerle buluştum, söyleştim. Batı Rüyası Okulu Kulu, adlı yapıt bu söyleşilerden oluştu. Bu yapıtın yayınlanışı ve kamuya sunuluşunun üzerinden yedi yıl geçti.

Gerek bu çalışma başlangıcı; Kulu’ya gidip gelme süreci vs., gerekse söyleşilerle ortaya çıkan belgeci saptamalar üzerine bir yazar olarak daha da söyleyebileceğim, yazabileceğim şeyler var.

Türkiye’de ikinci bir örneği olmayan bu yapıtta yedi başkan yer aldı. Biricik olma özelliğini pekiştiren bir öge ise hepsi hayatta iken yapıtın basılışını izlediler, okudular. Başkanlardan herhangi bir düzeltme gelmedi. Yapıtın belgesellik anlamında güvenilirliği tamdır.

Bu süre içinde yapabildiğim şeyler var, yapamadıklarım var. Yapabildiklerimi özetleyeceğim.

Bir yazar olarak yapabildiklerimden bazıları, M. Ali Baran ailesinden izin alarak Cumhuruyet Gazetesi’nde yayınladığım fotoğrafları, kalıcı olması ereği ile yapıtın ikinci basımında sundum. Bu fotoğraflar belgesellik için üçüncü basımda kapağa çıkarıldı.

Ele geçen bu tür belgelerle, her yeni basım güncellenirse bu tür yapıtlar zenginleşir. Ben de bu yolu seçtim. Bu yapıtın kitleselleşmesi için Kulu’ya gittim, Kulu Kaymakamı gözetiminde, Kulu Lisesinde iki yüz adet kitabı öğrencilere armağan ettim.

Yapamadıklarım için engeller ileri sürmeyeceğim. Bununla birlikte, geçen bu yedi yıllık sürenin, bir yazar olarak benim lehime çalıştığını da söyleyebilirim. Bu süre içinde, bu kapsamda bir emek ürünü, benzer ikinci bir belgeci çalışma yayınlanmadı.

En önemlisi erken Kulu’nun içsel tarihini anlatı olarak verecek, yaşarken belgelendirilecek en önemli kişilerden Sayın M. Ali Baran artık hayatta değil. Bu yapıt bu anlamda Sayın Baran’ı yaşarken konuşturen tek yapıt olma özelliğine sahip.

İkinci bir başka neden ise; o günkü koşullara oranla, bugün bu çalışma üzerine daha yansız bir gözlemci olarak bakacak durumdayım. Bu tür çalışmalarda kesin bir yansızlık gerekir. Bu tür yansız olma, yansız kalma özelliği için gereken ölçütlerin, eli kalem tutan her insanda olmayacağını, uzun yıllara dayalı yazarlık deneyimimle biliyorum.

Kulu açısından değil sadece, İsveç’te yaşayan Kulu çıkışlı nüfus hareketlerini ele almak ve çağdaş bir bakışla derinleşmek için çeşitli çalışma düzenekleri ile birlikte bu yapıtı, sonraki çalışmalarım için de güvenilir bir kaynak olarak görüyorum.

Konya-Kulu; http://konyakulutekinsonmez.blogspot.com başlıklı bir blog yapmaya, düşüncelerimi burada açıklamaya karar vermemin nedenleri var. Yapacağım yeni şeyler için buradayım.

Bu konuda yeni söyleşilerle ve yapacağım analitik deneme yazılarıyla burada karşınızdayım, evet.

Tekin Sonmez

20 Şubat 2009 Cuma

Batı Rüyası Okulu Kulu; İlk Yazı


Değerli Okur,
Kentler yazarlarıyla, sanatçılarıyla ölümsüzleşir; yazarsız, sanatçısız kentler silinip yiter. Dünyanın gelmiş geçmiş en önemli yazarlarından Strindberg'in doğup/büyüdüğü, yazdığı, ünlendiği; bazı nedenlerle uzaklaşmak zorunda kaldığı ve ölmek üzere zorlukla geri dönebildiği bir kent olan Stockholm'de neyi/neden yazdığımın ayırdındayım. Stockholm'de en büyük yabancı gurubu oluşturan Kulu üzerine "Batı Rüyası Okulu" başlangıcını yazdığım sırada, en verimli yıllarını benim de yaşadığım gibi Avrupa'da yabancılık duyumlarıyla yaşayan ve tüketen bir yazarı, şöyle ki August Srtindberg'i (1849-1912)saygıyla bir kez daha anıyorum. T.S.


Batı Rüyası Okulu'na Başlarken,

Yıllardan beri Kulu'ya "dışarıdan" bakanlar, Kulu'yu ve Kulu'dan yola çıkan insanı anlatmaya çalıştılar.

Oysa Tekin SonMez, yakın zamanla ilgili Kulu'ya değgin sözlü bilgi kaynağını konuşturarak, Kulu'yu "içeriden" belgelemek gibi biricik bir proje hedefine sahip çıktı.

Bu biricik olma hedef özelliği, Kulu'nun gelmiş geçmiş yedi başkanı ile yaptığı konuşmaları, söyleşileri, onlar hayatta iken kamuya sunmuş olmasıdır.

Konya'ya bağlı, Ankara'ya yüz kilometre yakındadır Kulu ilçesi.

Yurtdışına "konuk işçi" tanımı ile başlayan; evliliklerle evrilip kitlesel göç'e dönüşen nüfus hareketi, bugünkü belgeci gündemi oluşturdu.

Modern zamanlı Kulu Tarihi, Kulu'nun Batı'da İstihdam Tarihi'dir. Bu istihdam tarihinin belgeleri söyleşilerle kurulan analitik incelemenin yanı sıra fotoğraflar da ve aşağıdaki çözümlemeler de zaman zaman sunulacaktır.

"Mektup yazan toplum" kavşağından, bilgisayar toplumu evresine hızla ulaşıp, bilgiyi "mikro" hacimlere yükleyen, genetik devrimlerle buluşan ve ona dönüşen Batı Toplumları'na genel olarak baktığımızda; "mektup yazmamış toplum" kavşağında durakalan Kulu'nun Batı Rüyası'nı daha iyi görebiliyoruz.

Kulu, Batı zenginliğinden pay alma ve Avrupa sevdası için öncülerini erkence yola çıkardı. İkinci kuşakta, ileriyi, küresel devinimi gören ve buna katılmaya gayret eden bireylerini, az sayıda olsa da yetiştirdi.

Üçüncü kuşak, işte bu ikinci kuşak tarafından yaratılmış birikim köprüsü üzerinden, "mikro bilgi" çağını yakalayabilir.

Tekin SonMez

Stockholm - İsveç