14 Ocak 2010 Perşembe

İsveç Başbakanı Reinfeldt ziyareti, Kulu Belediye Başkanı Yıldız'la söyleşi, ikinci bölüm ; Yirmi dördüncü yazı

‘Şimdi, oy kullansınlar, bakın çoğu oy kullanmıyor, aday olsunlar, kendileri bizatihi. Çünkü siyaset kurumu bir hizmet kurumudur. Partilere girsinler. Tabii, neticede o devletin vatandaşı, orada devletlerine hizmette bulunsunlar. Eğitim seviyelerini yükseltsinler, aranılan eleman konumuna gelsinler. Çünkü dünyadaki kriz İsveç’i de etkilemiş, dolayısıyle İsveç de elbette birinci derecede vasıflı olan insanlara iş vermek durumunda. Vasıf kazansınlar, bunları önerdik, tavsiye ettik.’ diyen Kulu Belediye Başkanı Sayın Ahmet Yıldız ile söyleşiyi sürdürüyoruz.

Değerli İzleyici,

Tüm dünya, İsveç ve Türkiye de yeni nüfus hareketlerine açık. Şöyle ki vize şartı kaldırılan ülkelerin Türkiye'ye doğru nüfus hareketleri önümüzdeki yıl ivme gösterecek ve bu Türkiye'de işsizlik sorununu tetikleyecek. Bizim gibi yazarlar için yeni yıl ve dünyamız, 2010 daha yüksek gerilimli günlere açık devinimlerle geçecek.

Kulu'da yeni projeleri çalışkanlıkla hayata geçirme gayretini esirgemeyen Belediye Başkanı Sayın Yıldız'ın da; 'dünyadaki kriz İsveç’i de etkilemiş,' sözleri doğrultusunda, yeni nüfus hareketleri, işsizlik gibi konular Kulu, İsveç ilişkilerine daha çok yansıyacak.

Geçen son bir yıl boyunca bu blog ile Kulu karşılıksız, modern gazetecilik örneği bir tanıtım katkısı aldı bizden. Bu tanıtım katkısı, herhangi bir yerden destek beklemeden 2010 yılında da karşılıksız sürecek. Şimdi Sayın Yıldız'la olan söyleşiyi izleyelim.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 14 Ocak 2010

SORU; Ahmet Bey, İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt Kulu’ya geldi. İsveç’deki Kulu kökenli gruplarla bir bağlantı sağladınız mı, onlar da katıldılar mı bu programa, yoksa sürpriz bir gelişme mi oldu?
YANIT; Tabii, belki biraz sürpriz bir gelişme oldu ama aslında planlanmış bir seyahat bu. Türkiye seyahati planlanmış bir seyahat ama bu Türkiye gezisini Kulu ziyaretiyle süsledi Sayın Başbakan. Bizleri gururlandırdı, oradaki çalışan hemşerilerimizi de gururlandırdı.

SORU; Reinfeldt'in Kulu ziyareti sizde ne tür izlenimler bıraktı?
YANIT; Sayın Başbakan, öyle görüyorum ki son derece memnun oldular, niye, "kendilerini" buraya geldiklerinde "sanki İsveç’te gibi hissediyorum," ifadesini kullandı. Çünkü herkes burada İsveççe konuştu Sayın Başbakan'la. Bundan da çok haz aldılar, yani hiç etrafında yabancı gibi filan hissetmedi kendini, rahat bir ortamda hissetti. Ben böyle gördüm.

SORU; Başbakan Reinfeldt ile Kulu halkının bir araya gelme anını anlatır mısınız?
YANIT; Tabii halk da çok ilgi gösterdi, kucakladılar Sayın Başbakanı, kucakladılar. Tabii yani öyle de olması lazım, önce geleneğimizden oluşan bir misafirperverliğimiz var, onu gösterdik, onu sergiledik. Fazlasıyla onu sergiledik, tabii bundan Başbakan bir hayli memnun kaldılar.

SORU; Sayın Yıldız, gerek Belediye Başkanı olarak gerekse Kulu kökenli bir aydın olarak bu ziyaret sırasında yapmak isteyip de yapamadığınız şeyler oldu mu size göre?
YANIT; Tekin Bey, bakın bizim Kulu nüfusumuzdan fazla nüfusumuz orda çalışıyor. Yani onlar, İsveçliler bize yardım ediyorlar. Bizim işsizimize, aşsızımıza iş imkanı sağlıyorlar. Peki böyle bir ortam söz konusuyken buraya gelen insanın güzel güzel ağırlanması olmaz mı, yani yapılır mı, yapılmazsa yanlış olurdu. Biz de üzerimize düşeni bu manada yaptık. Başbakan da son derece memnun kaldılar tabii.

Kulu, Konya, Aralık 2009

27 Aralık 2009 Pazar

Reinfeldt ziyareti, Kulu Belediye Başkanı Yıldız'la söyleşi ; Yirmi üçüncü yazı

'Hizmet etsinler, eğitim seviyelerini yükseltsinler. Aranılan eleman konumuna gelsinler. Çünkü dünyadaki kriz İsveç’i de etkilemiş. İsveç, elbette birinci derecede vasıflı olan insanlara iş vermek durumunda. Vasıf kazansınlar, yani bunları tavsiye ettik,' diyor Kulu Belediye Başkanı Sayın Yıldız, İsveç'te yaşayan Kulu kökenli insanlara.

Değerli İzleyici,

Ekim 2009 sonu Muğla, Köyceğiz, ardılı hafta Kasım ayı Ankara, Kulu, Uçhisar, Ürgüp.. iz sürdük, söyleşiler yaptık. Dünya, İsveç, Türkiye yeni nüfus hareketlerine gebe. Bizim gibi yazarlar için son bir yıl yeni ürünlere açık bir dönemden hızla geçti dünyamız.

Bu son bir yıl boyunca bu blog ile Kulu, karşılıksız, modern gazetecilik örneği bir tanıtım katkısı aldı bizden.

Bu satırların yazarı ilk Şubat 2002'de Kulu'ya gitti orada yaşadı ve hayatta kalan belediye başkanları ile söyleşi yaptı. 'Batı Rüyası Okulu Kulu’ adlı bu belgesel yapıtın 3.basımı için yine Kulu'ya gitti ve yeni seçilen Sayın Yıldız ile de söyleşi yaptı ve (2005) yayınlandı. M. Ali Baran'ı geçen yıl yitirdik. Sözleri bu satırların yazarı tarafından Kulu açılımı konusunda geçtiğimiz yıl bu sütunlarda analiz konusu oldu.

Yaşadıkları günlerde Kulu'yu anlatan altı belediye başkanı ile yapılan söyleşiler bugün de bu anlamda benzeri olmayan belgeler sunumudur.

Evet! Şimdi 2009 yılının son haftasındayız. Stockholm-Kulu gezisi sonuçlarını sunuyoruz. Kağıt, basım, yayım, dağıtım sorunları olmayan böyle bir gazetecilik etkinliği içinde İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt'in Kulu ziyaretinden başlayan ve İsveç'te yaşayan Kululular üzerine dönüşen bir söyleşi ile Sayın Ahmet Yıldız bu kez internet sayfamızda karşınızdadır.

Sevgi içtenlik...

Tekin Sonmez,
Stockholm, 27 Aralık 2009


SORU;Ahmet Bey, İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt Kulu’ya geldi. Bu süreç nasıl oluştu bilgi verir misiniz?
YANIT; Sayın Başbakan buraya gelmezden evvel büyükelçilikle bir irtibatımız oldu. Büyükelçiliğe Kulu’yu ziyaret etmek istediğini söylemişler, onlar da bizi ziyaret ettiler ne dersiniz, biz memnuniyetle kabul eder ve sayın başbakanın ziyaretinden de gurur duyarız dedim, ben. Yani bu teklif büyükelçilikten bize geldi. Biz de memnuniyetle bu işi kabul ettik yani kendimizin çok özel bir çabası olmadı.

SORU; İsveç Başbakanı ve Kulu ziyareti; artıları, eksileri nedir?
YANIT; Bir defa eksisinin olması düşünülemez, artıları çok çok fazla oldu. Niye, bir defa bizim orada Kulu’nun nüfusundan daha fazla nüfusumuz çalışıyor, İsveç’te. Yani şu anki mevcut olan Kulu nüfusundan daha fazla nüfusumuz orada. Dolayısıyle Sayın Başbakan’ın bizi ziyareti tamamen hayır yönünde oldu, orda çalışan insanlarımıza bir motive oldu, moral oldu. Bizim için de geçmişteki mevcut olan dostluk bağlarımızı bir kat daha perçinledi.

SORU; 'Fazla nüfusumuz orada,' dediniz. Onları anlatır mısınız ?
YANIT; Bir defa İsveç’te yaşayan yabancılar olarak, oraya en iyi entegre olan yabancıların Türkler olduğunu gördüm ben. Kısmen de oradaki yaşam tarzlarının değişmesi, eğitime ve siyasete yönelmeleri bunu gösteriyor. Belki istenilen seviyede değil ama Sayın Başbakan’ın bizi ziyareti ordaki insanların kendilerine değer verildiğinin bir delili oldu. Bu yönüyle de biz bunu tabii çok olumlu gördük ve bundan gururlandık. Gururlandık, hakikaten de burada çalışan insanlarımıza bir motive oldu, onlar da İsveçlilerin kendilerine önem verdiğinin farkına vardılar, daha bir, çalışmalarında, gayretlerinde daha bir azimkar oldular.

SORU; İsveç’te yaşayanların 'bazı hakları' konusunu görüştünüz mü?
YANIT; Tabii kısmen konuşuldu onlar, özellikle vize konusu konuşuldu, esasen orada, benim gördüğüm, orada mevcut olan, bilhassa İsveç vatandaşı olan yabancıların, ordaki mevcut olan haklardan faydalanmamaları gibi bir durumun söz konusu olmadığını gördüm ben. Ama kendilerinden neşredilen, kendilerinden kaynaklanan birtakım eksikliklerden dolayı bazı haklara ulaşamıyorlarsa ondan İsveç hükümeti sorumlu değil. Bana göre, ben kendim yorumluyorum. Ee, şöyle tabii İsveçliler birtakım işler için ya da mevzular için bazı standartlar ve şartlar geliştirmişse siz o standartları ve şartları tamamlamak durumundasınız. Mesela siyasette az görünüyorlar niye oy kullanmaya gitmiyorlar, gitsinler oy kullansınlar, siyasete katılsınlar destek versinler. İkincisi eğitim konusunda...

SORU; ‘Oy kullanmaya gitmiyorlar,’ dediniz. Neden gitmiyorlar?
YANIT; Biliyorsunuz orada hizmet sektöründe en etkin olan kesim Kululular. Hizmet kesiminde etkin olmak zengin olmayı gerektirdi ve zengin oldular. Fakat zengin olmak her şeyi çözmüyor. Bana göre bunu eğitimle süslemeleri lazım. Biz eğitimi orda, hep, burda anlattık. Hatta sayın büyükelçiyi, yeni gelen büyükelçiyi de ziyaret ettim, Korutürk’ün gelini, biliyorsunuz. Genelde Türklerin ama özelde Kululuların eğitim konusunu ihmal ettikleri, bu konunun önemsenmesi gerektiği konusunda hemfikir olduk. Yani sonuç olarak şunu diyorum, orada haklarda bir eksilme yok, ya da yabancılara karşı bir hak eksiltmesi yok, ama yabancıların o şartları hazırlayamamalarından oluşan bir sonuç diye düşünüyorum ben. Tabii buna katılırsınız ya da katılmazsınız size bırakıyorum.

SORU; Nasıl, siyasete nasıl katılacaklar ? Tavsiyeleriniz oldu mu?
YANIT; Tabii siyasete iştirak edin, siz buranın vatandaşısınız, dolayısıyle.. Şimdi, oy kullansınlar. Bakın çoğu oy kullanmıyor, ondan sonra aday olsunlar, kendileri bizatihi, çünkü siyaset kurumu bir hizmet kurumudur. Partilere girsinler.. Tabii, oradaki insanlara, neticede oranın vatandaşı o devletin vatandaşı, orada devletlerine hizmette bulunsunlar. Hizmet etsinler, efendim, eğitim seviyelerini yükseltsinler. Aranılan eleman konumuna gelsinler. Çünkü dünyadaki kriz İsveç’i de etkilemiş, dolayısıyle İsveç de elbette birinci derecede vasıflı olan insanlara iş vermek durumunda. Vasıf kazansınlar, yani bunları önerdik tavsiye ettik.
Kulu, Konya, Kasım 2009

15 Eylül 2009 Salı

Kulu, Baran ailesi, modernite giyim/kuşam 1930; Yirmi ikinci yazı

*Bu fotoğraf, bu satırların yazarı tarafından 1997’de Sivas’ın bir köyünde çekildi. Oğuz töresinde yazmaların üç ayrı renk dili var. Kırmızı yazma nişanlı, yeşil sözlü, mavi ise bekar kız anlamındadırlar. Son Oğuzlar başlığı altında bir yazım o yıl Radikal Gazetesinde yayınlandı. Sayın Baran’ın söylediği üçetek giyimi ile örtüştüğü için yayınlıyorum. Bu söyleşi okunduğunda, bağlantı kurulacaktır.

Şöyle ki çağdaş mitosları oluşturan belgecilik ışığında; al duvak, gelin götürme, pürçek kesme töresi bu kez Kars'tan ayrıntılı bir söyleşi, Kulu Konya Oğuzlar töresi bağlantısı şaşırtıcı gelecektir izleyicilere.
Al/duvak görselliği ve özellikle pürçek kesme konulu anlatı ile çakışan, doğaçtan örtüşen fotoğraf belgeciliği işte burada.

Yine şöyle ki, Kafkaslardan aşarak geçen ve Kars Platosu'ndan 6., 7., 8,. 9., 10., yüzyıllarda dalgalar halinde kopup, Coruh Kanyonları ile Kelkit Çayı ve oradan Sivas Platosu üzerinden Anadolu'ya; Kayseri'ye, Kapadokya'ya, arkaik Hitit topraklarına yayılan ve Konya Kulu'da kalmayıp, Denizli ve Muğla üzerinden Toroslara, Akdeniz'e çıkan ve özelde Türkçe ile Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli nesnelliğine dönüşen Tengrici Şaman Oğuz nüfus hareketlerinin belgesidir bunlar. Stockholm, 15 Eylül 2009
Meraklısı için, bakınız; http://karstekinsonmez.blogspot.com/

Değerli İzleyici,

"Yazısız bir toplumda Kulu ve Tarih diye nesnel bir konu olacaksa, Sayın Mehmet Ali Baran ile yaptığım söyleşi analitik açıdan da güvenilir bir başlangıç noktasıdır. Bu çıkış noktasına sadık kalarak Kulu’ya yaklaşmayı deneyeceğim," diye not düştüm daha başlangıçta.

"Buradan yola çıkarak salt folklorik değil, töresel ve törensel ögeler yüklenen yaşam kesitleriyle ilişkin, giyim/kuşam verilerine bakabiliriz," demiştim. Aşağıda 1930'lu ilk yıllardan kalan modernite verisi olan siyah/beyaz fotoğraf, görsel bir belge var.

Bugünkü sunumda bir önerme olan; ikili durum şudur. "İkilik" değil! İkili durum! Bir örtüşme ve vurgu betimi olan ikili durum; iki ayrı fotoğraf ve söyleşideki örtüşen öğeler ikilisidir.

2002'de Sayın M. A. Baran ile Kulu'da yaptığım 1930'lu yıllara dönük, o yılları içeriden tanıklıkla betimleyen söyleşinin ilgili bölümü buradadır. Bu ilişki 1930’lu yılların sözlü ve görüntülü belge kaynaklarıyla ilk görüntü üzerinden örtüşüyor.

Aşağıdaki fotoğrafla, erken modernite diye adlandırdığım durum Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarında Konya/Kulu’da var. Bu erken olguya daha sonra değinmek üzere bir ucu üstteki fotoğrafta görülen yakın dönem Oğuz giyim/kuşam töresiyle örtüşen söyleşi** ve alttaki Baran kardeşlerin fotoğrafıyla sizleri başbaşa bırakıyorum.
Stockholm, 15 Eylül 2009

Sevgi, İçtenlik...
Tekin Sonmez

SORU; Mehmet Ali Bey, sizin gençliğinizde giyim kuşam nasıldı? Potur falan var mıydı?
YANIT;Oğul Mimar Mehmet-1949- Bey, sözlü araya girdi ve dedi ki; Şimdi bizim duyduğumuz.. babamgilin fotoğrafları da var.. onlara bakarak söylersek... babamgilin eski fotoğrafları var.. onları görmenizi isterim. Onlar giyimleriyle kuşamlarıyla Konya’da dikkati çekerlermiş. Modern olarak gravat, foter, tabii.. Cumhuriyet’e bağlılık varmış.

SORU;Baranlar Cumhuriyet’i desteklemişler diyebilecek miyiz?
YANIT;Oğul Mimar Mehmet Bey; Tabii.. tabii.. ben size fotoğraflar bulursam getireyim dedi ve odadan çıktı ve biraz sonra fotoğraflarla döndü. Söyleşi kesilmedi ve Sayın Mehmet Ali Baran sürdürdü;
O amcazade, yani Belediye Reisi olan Cafer Baran geldi bir gün Konya’ya. Tabii ben yatılı okuyorum. Onu gördüm çarşıda, yanına vardık üpüştük, yanımda da arkadaşım var, neyse ayrıldık gittik. O arkadaş dedi ki, siz hep böyle mi geyinirsiniz, sizin Kulu hep böyle mi geyinir? Hep böyle geyiniriz, dedim. Biz oldu olalı, yani bizim aklımız irdi ireli, biz büyüklerimiz de küçüklerimiz de hep bu şekilde geyindik.

Soru; Mehmet Ali Bey, kızlar nasıl giyinirdi o zaman?
Yanıt; Kızlar üçetek geyinirdi.

Soru; Hanımlar da üçetek mi giyinirdi?
Yanıt; Hanımlar da öyle ya.. son zamanlarda artık, yaşlılar.. anneler şalvar giymeye başladı.

Soru; Önceleri üçetek mi giydiler? Başları nasıldı onların? Çarşaf var mıydı?
Yanıt; Burada hiç örtmediler.. Kızlarımız da.. Şimdi.. alınlarında altınlar sarılıydı, pürçekler inerdi buraya (elleriyle yanaklarına dokunuyor). Örükler arkada, ta aşağıya kadar.. açık da sayılırdı. Böyle kapalı falan yoğudu.. çarşafa girmiş kimse yoğudu. Zaten Kulu hep böyleydi, hiç çarşafa girmiş kimse yoğudu, Kulu’da çarşafı bilmezlerdi kızlar ve gelinler de böyleydi...


Açıklama; Fotoğraf Baran ailesinden alındı. Konya Ortaokulu 1934; Öğretmenin elini tutan çocuk Mehmet Ali Baran, kardeşi Ahmet Baran aynı sırada en uçta duruyor.

**Tekin SonMez, Batı Rüyası Okulu Kulu, 2002, NİS Media yay. İstanbul; s. 37-38)

14 Ağustos 2009 Cuma

Kulu, Baranlar ve Türkçe;Yirmi birinci yazı

Değerli İzleyici,

Dil.. Türkçe... Dışarıya göç.. dışarıdan göç gibi nüfus hareketlerine bağlı gerçeğin algılanmasına yardımcı olacak ögelerden birisi de dil’dir. Sayın M. Ali Baran ile Kulu’da evinde (Şubat 2002) yaptığımız söyleşide ortya çıkan yalın ve katışıksız Türkçe ile verilen yanıtlar kullanılan sözcükler, tanımlar, betimler ne anlatıyor.. bu sözlü öykülemede iletiyi gönderen kim.. gönderilen kim; tarih sarkacına bakarak, kişiyi/özneyi ve nesneyi; zaman sarkacına bakarak yeri merak ediyor, söyleşideki dil'e, Türkçe'nin işlek akışına dönüyorum.

Soruyorum; “Babanız Derviş Abidin’de ‘Kuvayı Milliyecilik’ var nıydı?”*

Yanıtın tümü şöyle; “Onlar bolcana yardım ettiler.. yiyecek, giyecek.. Binbaşı gelmişti de.. ( burada soluk alıyor) ‘..hatta benim ismim.. evvela Binbaşı Mehmet Ali'yim ben.. sonra.. (yine duruyor) Burada ‘Nokta Komutanı’ olarak bir Binbaşı gelmiş.. bizim odada kalmışmış... onun ismini bana vermişler.” Tarihin tozlu sayfalarını açarak, ailenin tarihine not düşerek çok şey betimleyen kısa bir tümcedir bu.

1 Özne; ‘Binbaşı Mehmet Ali’yim ben.’ Böylece gelen özne, tarih sarkacına bakarak, gördüğümüz kişi ortaya çıkıyor ve önemsenme nedeniyle bu kişi adı, doğan bir erkek çocuğa veriliyor. Bu kısa öyküden çıkarsadığımız budur. Gönderinin kim tarafından oluşu, kime yapılışı da ortadadır. Burada kişi simgedir; bu özne geleceğe yol veren eylemlik içinde önemsenmiş ve o ad, o çocuğa verilmiştir.

2 Yer; yine tarih sarkacına bakarak, gördüğümüz yer ortaya çıkıyor. Bu kısa öyküden çıkarsadığımız ikincil önem de budur. Nedir? Gönderinin, iletinin vardığı yerdir. Neresidir? Bir “Binbaşı gelmiş.. bizim odada kalmışmış...” Bu öykülemede iletiyi gönderen de, gönderilen de nesnel olarak yoklar, yüksek bir ide olarak zihnin saklı bir yerinde imler olarak, utopik bir bulutsuluk içindedirler ve bu nedenle söylenceli (rivayetvari) bir anlatı var bu söyleşide.

Verilen yanıt ile, salt “mışmış” mişli geçmiş eylemlik soneki ile bir dilin, tümce dizisine (sentaks) giren ögede; şöyle ki, kullanılan dilin ayrıntı gibi görünen oysa doğaçtan temel yapısı , yer belirteci olan durum (başka yerde değil, bizim odada, evde kalmış) kesinlikle ortaya ve öne çıkıyor. Süresini, zamanını belirtme zorunluğu olmayan ve öznesi her hangi birisi olabilir; “mışmış” rivayetinin mişli geçmiş zaman kipini, Mehmet Ali Baran’ın doğaçtan konuşması sırasında yerli yerinde işitiyoruz. Tüm taşlar yerli yerine oturuyor.

“...bir Binbaşı gelmiş... bizim odada kalmışmış...” *

Mehmet Ali Baran, büyüklerinden işittiklerini Türkçe’nin yapısına göre bir 'rivayet' ulamlaması eşliğinde bilgiyi öne çıkaran vurgusu ile iletinin yerine ulaştığını, 'mesajın alındığını' önemsediğini ve o adın bu nedenle ona verildiğini yalın bir Türkçe sözdizini içinde aktarıyor.

Önemli olan, aileden her hangi birinin, ad tarih yer göstererek bu bilgiyi aktarması da değil, “bir binbaşı” önem sırası ile öne çıkıyor. Bu çıkışta; ‘..bizim odada kalmışmış,’ bir olguyu işaret ediyor.

Türkçe'nin kullanım alanında varsıl değerlere bakarak, dil ve olgu çerçevesinde Sayın M. Ali Baran söyleşisine yaklaşmayı sürdüreceğim.

Sevgi içtenlik...

*Tekin SonMez, Batı Rüyası Okulu Kulu, 3. basım, s, 38, NİS Media

5 Ağustos 2009 Çarşamba

I krisens skugga, İşsizliğin Gölgesinde; Yirminci yazı

Değerli İzleyici,
Dün bir gazetenin* ekonomi ekinde; “ I krisens skugga, ” başlıklı haber vardı.
“Ungdomsarbetslösheten i Sverige har fördubblats po ett or,”* ara başlığı ile yaptığı söyleşiler şu sonucu vermiş; “Chansen att fo jobb nestan noll.”*

Rastlantıya bakın, 23 Haziran günü Sayın Osman Demirörs ile buluştuk Sayın Lokman Akan geldi söyleştik. DN gazetesi haberi ile koşutluk nedeniye yayınlıyorum. T.S.

SORU; Lokman Bey,İsveç’te sizlerle ilgili değişim var mı? İsveç cazip bir iş yeri mi bugün de Kulu’dan gelenler için?
YANIT; (Lokman) Şimdi yeni gelenler için aslında bence pek cazip değil. Kesinlikle cazip değil. Niye cazip değil, şartlar çok değişti, ağırlaştı burda. Tabii, kesinlikle, yani bizim geldiğimiz dönemde bir işyerinde çalıştığınız zaman rahatlıkla para biriktirebiliyordunuz, yani bir işiniz olduğu zaman, belki ikinci işi yapıyordunuz onunla daha fazla para biriktiriyordunuz.

SORU; Ben merak ediyorum, şimdi, yeni gelenler için ‘zor’ dediniz. Evet, şartları daha ağır. Nedir o şartlar? Ben geldim, diyelim 20-21 yaşındayım. Örneğn beni ağbim otomobilin bagajında Norveç’ten buraya getirdi... ne olacak benim hayatım arkadaşlar?
YANIT; (Lokman) Yani eğer ailede, burda iş güç sahibi kimse yoksa nasıl iş bulacak, gerçekten yani bir eğitimi yoksa. Eğitimi olan insan da bulamıyor, burda üniversiteyi bitirmiş insanlar da iş bulamıyor. Sivil ekonom bir tanıdığımızın, mesela bir abimizin oğlu burada doğdu, üniversiteyi okudu iş bulamıyor, mesela bilmem inter tekniker iş bulamıyor. Niye bulamıyor, işsizlik? Çok yüksek değil aslında yüzde 6, yüzde 7 ama yetiyor abi yani yetiyor!

SORU; Geçenlerde şöyle birşey anlattı Osman bey, burada bir arkadaş, onun yakını, İstanbul’dan gelmiş, eğitimli, (burada üniversitede bir süre daha eğitim görmüş) galiba iş arıyor ve bulamıyor, bunun için İsveçlilerden biraz da şikayetçi, sanıyor ki ona iş verilmemesinde hafif ‘ırkçılık’ kokusu var, yakınıyor olmalı ki, İsveçli de dayanamamış ve demiş ki; ‘arkadaş burda şapkanı havaya atsan düştüğü yerde en az üç dil bilen işsiz İsveçli çıkar onlar da iş bulamıyor..’ Bu öyküye ne dersiniz Lokman Bey?
YANIT; (Osman) İsveçli dediğin eğitim düzeyi yüksek, özellikle İngilizce, nerdeyse liseyi bitiren insanlar burda anadili gibi İngilizce konuşuyorlar...

SORU; Peki buraya yeni gelen insanımızın, sorunu nedir?
YANIT;(Lokman) Yeni gelenler Tekin Hocam, işte dediğim gibi yani eğer bir eğitimi yoksa meslek yoksa, evet, eğitimi olan da iş bulamıyor, hani bazı dallar vardır, eğitim, mesela bir tanıdığımızın, bir abimizin damadı, o avukat oldu İstanbul’da, bir yıl çalıştı buraya geldi, burada okula gitti. Yani aile desteği olmasaydı o okula gidemeyecekti, o şartları yakalayamayacaktı.İş imkanı.. tabii ki yani, bir destek mutlaka olacak, bu aileden olur, çevreden olur ama bir destek mutlaka olması lazım.

SORU; Eskilerden söz edelim. Onlar için de iş zorluğu var mı? Örneğin sizin kuşak, Haydar bey gibi.. hani yeni gelenler için zor diyorsunuz da.
YANIT;(Osman)Kendim için söyleyim Tekin Bey. Bugün işsiz kalayım, iş bulamam, doğrusu kırk yıldır burdayım.

SORU; Aynı şeyler! Eski kuşak için nedir zorluk? İlk kuşak dediğim çok eski değil, babanız değil de Haydar bey gibi, Osman bey gibi sizin kuşak.. siz kaç doğumlusunuz ki sizin gibi daha önce gelip iş sahibi olanlar, 50 yaş civarı, evet, şimdi onlar için de mi zor?
YANIT; (Lokman) Yani yeniden iş, hangi işi yapacak? Yeni teknoloji de var, mesela aynı meslekte gençler varsa gençler tercih ediliyor. Yani bizim yaşımızdaki olan insanın çok yetenekli olması lazım. Çok çok yetenekli olması lazım, mesela diyorum ben restoran işlettim.. yapıyorum ve meslek olarak ileride ona devam etmek istiyorum, o zaman çok yetenekli olmam lazım.

SORU; Lokman Bey;‘63 doğumluyum’ diyorsunuz ve ‘çok yetenekli, becerikli olmak,' diyorsunuz. Çok şey mi istiyorlar?
YANIT;(Lokman) Tabii yani onun dışında mesela yenilikçi olmanız lazım. Tabii kreativ diyoruz ya hani İsveççe'de yaratıcı, yani yaratıcı olacaksınız ki, bir cazibeniz olacak, ben işte atıyorum Osman abiyle ben; Osman abinin o yeteneği varsa, benim tecrübem ondan fazla bile olsa Osman abi tercih edilebilir, çünkü niye, o daha yaratıcı, daha iyi şeyler verebilir, o zaman o tercih edilebilir, ama yani işte hasbelkader ben bu işi yaptım, işte ne yaptımsa o işi devam ettireyim derseniz o zaman tabii...

SORU; Şuraya mı varıyoruz; hasbelkader artık hiçbir şey yok. Eski kuşak için bu söz konusu, yeni kuşak için de mi böyle?
YANIT; (Osman) Evet. Benim duyduğum bildiğim, Türkiyede evlenmiş buraya gelmiş üç beş yıldır iş bulamayan insanlar var. Çarşıyı görmemiş insanlar var, gelmiş iş bulamadığı için evden çıkamıyor. Öyle kalıyor evde. Türkiye’den Rinkeby’e gelmiş üniversite mezunu, gelmiş bunalıma giriyor. Rinkeby'den ayrılamıyor. İş bulamadığı için dışarı çıkamıyor. Şehri göremiyor, iş bulamadığı için, o imkanı.. yani zaten psikolojik olarak çöküyor. Çok öyle çok bunalımda olan insan var.
YANIT; (Lokman) Ben ilk geldiğim yıllarda mesela gidiyorduk iş arıyorduk, tabii dil de yoktu. Tamam! Biz seni ararız diyorlardı.

SORU; Yeni gelenlere ne tavsiye ediyorsunuz?
YANIT (Osman) Ben Türkiye’den kimse gelmesin derim.
YANIT (Lokman) Yani Tekin Hocam gelenlerin ordaki şartları neydi, ne almak istiyor o çok önemli, yani 100 tane insan, yani her insanın bir hedefi vardır da bu hedefe ulaşan bu 100 kisiden üç kişi olabilir. Ama diğer 97’sinin işi zor yani, gerçekten işi zor.

SORU; Osman bey bu görüşlere katılıyor musunuz?
YANIT (Osman)Çok katılıyorum buna! Burda üniversite mezunu, burda doğmuş büyümüş örneğin bir yakınımızın çok yakınımızın oğlu 26 yaşında ekonomi, sivil ekonomi mezunu, mesleğinde iş bulamıyor çocuk bakıyor arada bir kendi işi var, çalışıyor ama kendi mesleğiyle alakalı değil. Yani burada doğmuş, büyümüş, üniversite mezunu bir sürü işsiz var burada...
SORU; Lokman bey bu görüşlere katılıyor musunuz?
YANIT (Lokman) Tamamiyle katılıyorum... Tamamiyle...

* Dagens Nyheter, 4 Agustos 2009

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Kulu'dan Avrupa'ya Göç Sürüyor; On dokuzuncu yazı

Değerli İzleyici,

1964’de ilk kuşak Avrupa’ya ayak basan Sayın Mustafa Akan’dan neredeyse elli yıl sonra Kulu’nun Avrupa’da istihdam tarihini ve Kulu'dan Avrupa'ya göç tarihini sürdüren Sayın Mahir Akan ile yaptığım söyleşiyi yayınlıyorum.

SORU; Sayın Mahir Akan, Söz uçar, yazı kalır anlatın lütfen, dört çocuğunuz var onları okutmak istiyorsunuz. Maceranız şurada enteresan, tüm bunların yanı sıra bir de traktör satın aldınız Kulu’da, onun taksitlerini ödemek gerçekliği de var değil mi?
YANIT; Tekin Bey, maceramız.. pek fazla enteresan birşey yok. Şöyle yani, şunun bir açıklamasını yapayım, ben amcamın zamanlarını yaşamadığım için.. şundan dolayı, amcamın zamanındaki insanlarda okuma yazma olmadığından dolayı, az bir okuma yazma bilen insanlar belirli bir çevreyi peşinden sürükleyebiliyordu. Bu insanlar da İsveç’e geldiler, taşındılar. İsveç’e geldiklerinde de bu insanlar kendi çocuklarını, okutturmayı pek fazla yaptırmadılar. Buna çok üzülüyorum.

SORU; Çocukları okutmayı düşünemediler mi, demek istediniz? Ne oldu da böyle oldu?
YANIT; Şu oldu, çocukları da yani, çocuklar da kendileri de parayla tanışınca, burda İsveç’te, evet, görmedikleri birşey yani, parayla tanıştılar, tanışınca da restoranları, şunları, bunları oldu ve çocuklar okumadılar.. babalarından gördükleri şeyi yapmaya başladılar; restoran para! Para, para para! Bugün Kulu’dan gelen gençler.. şimdiki gençlerin çoklarını arayın, liseyi bitiren içlerinde çok nadir çıkar. Ben buna da çok üzülüyorum.

SORU; Mahir Bey, İsveç Sosyal Demokrat Partisi Genel Sekreteri Mardin doğumlu bir yurttaş. Size de soruyorum, Kulu kökenlilerde neden böyle bir hedef noktası olmadı?
YANIT; Neden, çünkü.. benim görmüş olduğum nokta şu, benim gençlerde gördüğüm öyle bir ileriye dönük okuma hevesi yok. Ben öyle birşey görmedim, çok cüzi yani. Sadece ve sadece kolay yoldan para kazanma hevesi var, mesela anne babası bir yerde restorancıysa parayla bayağı bir tanışıklığı varsa, çocuklar da aynı o şekilde onu görüyorlar.. ilerisi pek fazla parlak olmayan birşeyi görüyoruz, fakat ilerisi çok parlak bir ilim öğrenme işinden çok çok rahatlıkla vazgeçebiliyorlar. Anne ve babaları bunun üzerine fazla düşmüyorlar, yani.. gazete veya kitabınızda bunu işlerseniz çok çok memnun olacağız.

SORU; Sayın Mustafa Akan, amcanız işte burada, sizin önünüzde biraz önce dedi ki; ‘Şimdi Tekin Bey, site yapmışsın yapmamışsın önemli değil, insanların akıllı olması lazım, medeni olması lazım, demokrat olması lazım... Olmuyor! Yazıyorlar yazıyorlar da yani kim okuyor yani,’ dedi. Ben de buna üzülüyorum Mahir Bey! Belki de haklı! Fakat şu anda sizi ‘Mahir Akan,’ diye tanıştırdı amcanız! Kulu Blog ne söylüyor, Mahir Akan merak eder değil mi?
YANIT; Tabii tabii kesinlikle, Tekin Bey!

SORU; Tekin Bey ne demiş, Osman ne demiş, internette tartışmalar böyle oluyor, sizin de karşı görüşünüz olacak , Mahir Akan bu tartışma ortamına katılmasın mı?
YANIT; Tabii kesinlikle, kesinlikle...

SORU; Teknoloji, iş saatleri, uzak yerlerde yaşamak gibi nedenlerle artık insanlar sık sık bir araya gelemiyorlar, bunun yerine internet odaları, blog postaları var.. düşünce, tartışma ortamı oluşsun istiyoruz. Birileri konuşacak, birileri yazacak değil mi? İsveç/Kulu konusunda siz de bir şey söyler misiniz Mahir Bey?

YANIT; Şimdi şu, kesinlikle... Birileri yazacak, yazsın yani... Şundan dolayı yani... ben de şunun bir açıklamasını yapayım da Tekin Bey.. şöyle baktığım zaman da çocuklarımız... tamam buraya geliyor, Avrupalılaşıyorlar da.. tamam ama kendi kültürlerine de baktığın zaman.. tamam Avrupalılaşsın ama, çocukların arkadaşlarına baktığın zaman arkadaşları İsveçli mi? İsveçli değil! Ee bakıyorsun gene kendi memleketlerinden, hangi akrabası varsa arkadaşları onlar. Şöyle baktığın zaman.. kültürlerine baktığın zaman.. şunun bir açıklamasını yapayım.. bu çocuklar kendilerini de ne noktada bulacaklarını şaşırıyorlar bir kere.. işte bunu.. Tekin Bey, gazete veya kitabınızda, bu konuyu işlerseniz çok çok memnun olacağız...

7 Temmuz 2009 Kista, Stockholm

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Kulu, Belçika, 1964 Mustafa Akan konuşuyor; On sekizinci yazı


Değerli İzleyici,
Fırsat çıktıkça yeni söyleşiler olacak, yeni görüşlerle içli dışlı olacağız, Kulu'yu tanırken, dünyayı tanıyacak, dünyayı tanırken Kulu'yu da biraz öğreneceğiz. Sözlü tarih, bu şekilde yazılı tarih olur. Yazılı tarihi olmayan, Avrupalı dediğimiz ülkeler böyle çalıştılar. Avrupa'yı ilk gören, Avrupa'yı ilkeleriyle ilk kez Kulu'ya taşımak isteyen, idealist ilk kuşak Kulu aşığı, Sayın Mustafa Akan ve yeni kuşak Kulu aşığı Mahir Akan söyleşileri iki gün arka arkaya sunulacak. T.S.

SORU; Sayın Mustafa Akan, sizin köyü konuşalım, çocukluğunuz nasıl geçti köyde, orda doğdunuz köyün adı neydi? Sitemizde yayınlayalım, istemez misiniz?
YANIT Şimdi.. Tekin Bey.. site yapmışın yapmamışın önemli değil, insanların akıllı olması lazım, medeni olması lazım, demokrat olması lazım. Olmuyor! Bakan kim, okuyan kim?

SORU; Mustafa Bey biz işimize bakalım, çocukluğunuz nasıl geçti köyde, orda doğdunuz köyün adı neydi?
YANIT; Efendim, Benim köyüm Bahadırlı.. tarih dolu ama sırlı.. yazın sıcak kışın karlı.. benden köye selam söylen turnalar. Ben köyümü seviyorum, her yerde hep övüyorum, köyüm mahzun biliyorum, benden köye selam söylen turnalar. Turnalar havada katarla uçar, garip garip öter kanadın açar, bilmem benim köyden ne zaman geçer, benden köye selam söylen turnalar...

SORU; Evet bir de destan! Köyde kaç yılında doğdunuz?
YANIT; Ben 1926 yılında doğdum. Cumhuriyetin kuruluşundan üç sene sonra. O tarihlerde araba yok, kamyon yok, taksi yok, motorsiklet yok.. hiçbir şey yok.. tabi ihtiyaçtan ötürü dışarı çıktık, 1964 yılında Sirkeciden trene bindik iki günde herhalde Almanya’ya Münih’e geldik Münih’ten Belçika’ya geçtik. Ben madende çalıştım 728 metre kuyunun bir tanesi, 816 metre de ikinci bir kuyu. Böyle iki tane kuyumuz vardı, oraya inip çıkıyorduk.

SORU; Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun! Anlatır mısınız, ne gördünüz?
YANIT; Efendim oraya vardıktan sonra baktık ki Belçika kalkınmış. (zaten Almanya da görüldü Belçikay’a gittiğimizde temelli gördük herkes çalışıyor.) Böyle akşamları gece olsun.. su gibi insan gidiyor.. gündüzleri su gibi insan gidiyor.. fabrikadan çıkıyorlar efendime söyleyim.. işte ocaklardan çıkıyorlar. Geliyorlar, gidenler var gelenler var, ocağa girecekler var.

SORU; Daha önce görmediğiniz bir şey mi bu Mustafa Bey?
YANIT; Evet! Görmediğimiz bir şey! Ben dedim tabii, ‘ya Mustafa Akan bu memlekete geldin adamlar çalışarak Avrupalı olmuşlar, mesela Avrupa.. Avrupa diyorlar ya biz de Avrupa’ya geldik şimdi sen Avrupa’ya geldin ne yapmak lazım, şimdi sen okula gitsen gidemen, gitmen lazım ama gidemen, çalışıcan para lazım sana, gezmekle sen bu işi yaparsın herhalde,’ dedim gezmekle... Aradan altı ay geçtikten sonra, gözümüz açıldı ya biraz Avrupa yı gördük ya, ilkokuldan başladık, ortaokul, lise üniversite, ondan sonra...geziyorum..araştırma yapıyorum, evet.

SORU; Araştırma, kimin için araştırma?
YANIT; Tekin Bey, neden bunlar böyle de neden biz değiliz? Bunu merak ettim. Kömür çıkarıyoruz bu sırada evet. Üç yıl sonra memlekete döndük, ordan almış olduğumuz notu getirdik arkadaşlara okuduk. Dedik ki; ‘ey insanlar, Avrupa diyorlar bir ülke var, ülkeler çok da bir tane ülkeye gittik biz, Belçika’ya. Bu ülke kalkınmış, Almanya, Hollanda, Fransa, İtalya, İngiltere hepsi kalkınmış, biz daha hala yerimizde sayıyoruz,’ dedim onlara.

SORU; Mustafa Bey, Bunları Kulu’da mı söylediniz?
YANIT; Evet!‘Eğer Kabul ederseniz benim bir teklifim var, dedim adamlara.. ‘Nedir teklifin’ dediler. ‘ben dedim ki, pasaportum cebimde ama kabul ederseniz pasaportu öldüreceğim, beni muhtar yaparsanız bu köye muhtar olmak istiyorum,’ dedim.

SORU; Bu konuyu üç dört yıl önce Kulu’da da anlatmıştınız. Yanılmıyorsam, köy evlerine su verecektiniz, sıcak su akacaktı ve evlere banyo yapma fikri vardı sizde, Avrupa’yı Kulu’ya getirme niyetiniz vardı, sonunda ne oldu?
YANIT; Evet! Sonunda şu oldu, aynen Avrupa’daki gibi sıcak su, soğuk su getirecektim efendime söyleyim.

SORU;Köylü buna karşı mı çıktı. Suyu istemediler mi?
YANIT; İstemediler! Karşı çıktı köylü, ‘kabul etmiyoruz,’ dediler. Sene 1968, 69, 70 oldu. Üç sene kadar muhtalık yaptım. Olmadı! Ne yaparsan yap, Tekin Bey olmuyor.. Site yapmışsın, blog yapmışsın, olmuyor! Ben de o gün mühürü bıraktık çektim gittim Almanya’ya. İşte o gündür, bu gündür buralardayız.

SORU; ‘Stockholme gelmekle hata ettik, diyen mi var aranızda?
YANIT; ‘Hata ettik,’ demiyoruz da şimdi o tarafa gitseydik Alanya, Antalya tarafını görseydik biz belki oralarda kalırdık, baba yurdunu, yani ata yurdunu satardık, Alanya, Antalya tarafına belki göç yapardık. Ama Avrupa’ya geldiğimiz için...

SORU; Türkiye’nin o bölümünü kaçırdınız mı demek istiyorsunuz?
YANIT; Kaçırdık tabii! Türkiye’de... kendi memleketimizi kaçırdık yani o doğma büyüme olan ülkemizi kaçırdık elden. Olmuyor yani insanlar değişti. Eskisi gibi değil ki Tekin Bey...

7 Temmuz 2009 Kista, Stockholm